Başlık mı? Yok!

Duygu Can 4 Mart 2014

Bi derdime bakıp çıktım, kalbimde durupduran. “Aman dedim sen bi yere kaybolma, kendine benzeyen başka birini kucaklama, bana içini doldurup doldurup kendini hatırlatma!” “Tamam” dedi sessizce. Az az uğrar da halini hatırını sorarsanız siz de kendinizinkine, böyle uysal cevaplarla karşılaşırsınız.

Sonra biraz önümde duran kağıtlardan okudum, kendimi kurcalamak, düşünmeye hazırlamaktı niyetim. Bir hikaye okuyupta anlamaya çalışırken buldum kendimi. Brecht’in “Bay Keuner’in hikayeleri” isimli kitabından bir hikayeydi. Bir adam Keuner’e, Tanrı’nın olup olmadığını sormuş. Bay Keuner’de “sana, bu soruya alacağın cevaba göre davranışının değişip değişmeyeceğini düşünmeni tavsiye ediyorum. Eğer değişmeyecekse, o vakit soruyu unut gitsin. Eğer değişecekse, senin feci şekilde Tanrı’ya ihtiyacın var” demiş.

Okudum ve bugün okuduğum bu paragraf benim düşünce sistemim için oldukça yeterli idi. Kendimi itip kakmam, şakaklarıma bastırmam ve daha çok düşünebilmemi sağlamam için fazlaca yeterli idi. Bıraktım kağıtları önümde. Bir cümle ile bir gün daha büyüdüm!…

Kaç sayfa kitap devirdin ki büyüdün diyorsun, diyeceksin ama sana önerim o ki, kalın kitaplara dalayım da büyüyeyim diye bekleme. 100 sayfanın içinden geçen bir cümle senin için yeterli. Ve ona ne zaman, nerede rastlayacağını bilemezsin. Her şeyi kurcalamalı, her şeyden biraz nemalanmalısın.

İçimden bir şarkı geçti ansızın. “Bugün dağların dumanı aralandı, hoş geldin!” …

Büyülü bir ses çalındı kulaklarıma. Hemen açtım, dinlemeye koyuldum. Nasıl da yüreğimde çaldı ezgiler, nasıl da yandı bir bir unutulmuş mumlar… Kokusu nasıl da çıktı mahzun duran tütsülerin, yüreğimin ilkbaharına konan kuşların nasıl da haberi oldu da ötmeye başladı…

Dinledim, çıktım şarkıdan. Bir tutam aşk kaldı kalbimde, önce şaşırdım ve nereye nasıl yerleştireceğimi bilemedim. Ellerim birbirine karıştı, oysa onların bu işte hiçbir rolü yoktu! Ve sonra Kalbim, öyle genişçe kabullendi ki, benim ikamet belirtemediğim “aşk”a… Aldı hemen bir koltukta rahatını sağladı. O da haklı tabii, yokluğun halinden ancak yokluk anlar!…

Unuttum onu da orada, bir çiçek kokusu eklendi burnumun sobalarına. Kokladım durdum, önüme yanlışlıkla düşen mezat çiçeklerini. Biraz toprak, biraz mezar, biraz sevda koktu burnum. Bulaştım hemen ben de çiçek tozlarına, ilişti gözlerim yağan yağmur ile birleşen toprak kokusuna…

Sonra yeniden Keuner’i düşündüm, kendimi onun yanında düşledim, üzerime biriken yorgunluk toz oldu kalktı. Düşünce ile, yüreğim de güçlendi. Birilerine sorduğum sorulara değil de, bu soruların cevapları ile davranışlarımın nasıl değiştiğini ve neden değiştiğini düşündüm. Değişmeli mi? Değişmemeli mi? dedim. Değişmeyecek dersem de bu soruyu neden sordum ki dedim? Ve kanaat getirdim ki; birisinin bir fikrini öğrenmek, sende olumlu ya da olumsuz bir duygu oluşturmayana dek, geliştirmelisin kendini. Hakkımda ya da haklarında kolayca verilen yargıların ucu kağıttanmış, son bir hamlede ateş ile buluşturdum onları… Ve Keuner’e bir selam gönderdim, bugünüme dokunup da seni de beni de ışıttığı için…

Yorum Yapın